Türkiye’de yaşamak, gerçekten de ilginç bir “deneyim” hâline geldi. Günbegün veya ânbeân değişiklikler ve olaylar olmadan, hayatın rutinini veya yaşamı rutinsiz tamamlamak pek mümkün olmuyor.
Neden? Çünkü, ülkemizde konu başlıkları hiç değişmiyor. Biteviye (Sürekli olarak) ve soluksuz bir biçimde aynı meselelerle meşgul olmaktan/meşgul edilmekten dolayı fasit bir dairenin içine hapsolduk/hapis edildik.
İLERİ DEMOKRASİ deniyor…
TÜRKİYE YÜZYILI deniyor…
EMEKLİLER YILI deniyor…
Yani, hep bir “retorik” üzerinden gündem saptama veya siyaseti, böyle kuru kalabalık sözcük ve kelimelerden oluşan ruhsuz cümlelere esir etmek…
ADALET sözcüğünün, Türkiye’deki kadar acaba hangi bir başka ülkede bu raddede değersizleştirildiği görülmüştür? “Adalet Mülkün Temelidir” artık duvarlarda yazan basit bir ilkeden öteye gidemiyor. Polatgillerin salıverilmesinden sonra sosyal medyada oynatılan “caps” dedikleri “Türkiye Hâlleri” gerçekten de hal-i pür melalimizi, çok fazla izahata gerek bırakmadan belleklerimize nakşediyor. Ama ne gam! Bu durumlardan üzülen, etkilenen, kendince payına hissesini alan, yönetici kadrolarından bahsediyorum, var mıdır?
Meçhul!?
NARİN… Adı gibi narin bir kız çocuğumuz, hiçbir insanî değer ve isimlendirme veyahut latif duygular kendisine bahşedilmemişler tarafından “katlediliyor”. Bunu yapan ne insan ne de hayvanat türünden olabilir ancak insan ve hayvan dışında mahlûkat diyebileceğimiz bir formun yapabileceği bir şey, bu tipteki eylem veya cinayet ya da katliam.
Sistem felan deniyor, geçin tüm bunları değerli okuyucular. İnsanların “zihniyet haritası” değişmedikçe, tam mânâsıyla erdemli bir insan olamadıkça bu tipteki mahlûkatların insanileşmesi çok zor.
Yeni eğitim-öğretim dönemi başladı ama NARİNSİZ ve nice Narin’in kaderiyle benzer yazgıya yakalananlardan yoksun başladı. Bunu önlemek neden bu kadar zor?
***
Kız çocuklarına olan bakış açısı nasıl değiştirilecek?
Kadına olan bakış açısı nasıl değiştirilecek?
Senelerdir ağızlarda gevelenip duruyor… Feodal yapı… Aşiret… Ataerkil düzen… Toprak rejimi… Ağalık, beylik… Töreler… Gelenek ve göreneklerin, zaman zaman hayatı tamamıyla sarıp sarmalayarak “kişiye-bireye” hareket alanı bırakmaması. Kadınların, kızların geleceklerinin erkeklerin insafına, inisiyatifine, keyfiyetine bırakılmaları…
Ee tamam da bunca yılda neler yapıldı? Tamam, eğer ki mesele sistem idiyse… Sistem değiştirildi ve uçacaktık… Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi(CHS), bütün bu olanlara çare olabildi mi? Lütfen şimdi bana şöyle bir şey ile gelmeyin… Siyaset ne yapsın? Her şeyi siyasallaştırmayın veya bazı hususlar politika üzerindedir…
O zaman siyaset neden var?
O zaman siyaset nedir?
Bakın değerli okuyucular,
Senelerdir siyasî ve hayatî hususlarda “önemli addedilebilecek” ne ilerleme ne de gelişme var.
Sürekli hamaset kokan demeçler, bol bol cilalı cümlelerle bezenmiş raporlar ya da kitabî boyutta çalışmalar. Başka başka… Yok, işte yok olduğundan veya daha fazla bir şey yapmaya yönelik “irade” olmadığından dolayı…
Dostlar alışverişte görsün…
Laf ola beri gele…
Şekil güzel… Şeklen iyi olandan esasa gelemiyoruz ama daha ne kadar daha bekleyeceğiz?
Bir ülkede sorunlar neden böyle senelerce sürgit devam eder veya (mış-miş)’ten öteye gidemez? Yapıyormuş, düşünüyormuş, hareket ediyormuş, daha öteye ne zaman geçilecek?
Ne zaman eyleme dönecek ki…
NARİN’LER bir daha katledilemesin,
Kadınlarımız erkek şiddetine maruz kalmasın,
Çocuklarımız yaşının gereği olan şeylerle meşgul olması gerekirken, çocuk işçiliği nedeniyle iş cinayetlerinde yaşamdan kayıp gitmesin.
***
ÖNEMSİZLİĞİN ÖNEMİ kuramı…
Kısaca bu kuram ( bu kuramın bir de iktisat yorumu vardır), çözümlen(e)meyecek kadar büyümüş ve bizim için yaşamsal derecede önem atfeden sorunların ortaya çıkışını, “bugün sizin küçük, basit zannederek görmezden geldiğiniz ve önemsemediğiniz bazı sorunlar yavaş yavaş birikip büyüyerek çözümü imkânsız dev bir sorun hâline gelebilirler” yaklaşımıyla açıklamaktadır.
Şöyle düşünün bakalım, söz söyleye söyleye, söylenen şey esasına ulaşmış mıdır? Şunu da söyleyebilirsiniz, amma da politize olmuşsun, her şey siyaset değil. Kabul, esasında dünyadaki yaşam yörüngesi ekonomi (iktisat) üzerinden devinimini sürdürmekte. Bu bağlamda, ekonomi de politikadan politika da ekonomiden etkilenme, etkileme gücü potansiyeline haizdir. Bu minvalde ortaya öncelikler ve tercihler ile kişisel ihtiraslar çıkmakta ve karar alarak politika yapmak ya da kaynakların nasıl ve nereye yönlendirileceği gibi kadim bir sorunsal, önümüzde tüm ağırlığıyla durmaya devam etmektedir.
AK Parti iktidarında ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dilinde “eser veya eser yapmak” retoriği çok söylenegelen bir ikrardır. Eser yapmak, memleket sathında önemli hizmetlere ön ayak olmak zaten takdirle karşılanması gereken adımlar. Otoyollar yapmak, duble yollar yapmak, vatandaşların dinlenebileceği rahat ortamların, yeşille içiçe mekânların inşasının yapılması, tüm bunlar zaten bir siyasal iradeden, hükümetten “beklenen kamu faaliyetleri” olarak telakki edilmelidir. LÜTUF değildir. Öte yandan, yıllar önce Diyarbakır’a cezaevi yapılmasını, Sayın Erdoğan, büyük bir hizmet olarak duyurmuştu.
İşte, önemsizliğin önemi burada ortaya çıkmaktadır: Türkiye’de gerçekten de önem olarak “elzem” koduyla değer görmesi gereken sorunlar ve sıkıntılar, “görmezden gelinerek ve geçiştirilerek” geleceğe havale edilmekte. Gelecekte bir gün gelecek. Enflasyonist ortamın güvensiz bir yaşam ve çalışma hayatı atmosferi tesis etmesi, işsizliğin hem sosyolojik hem de ekonomik olarak potansiyel riskler taşıması, çocukların her türlü istismarının önlenmesi, kadınlarımıza yönelik “bakış açısı” ve sonrasında erkeklerin kadınlara yönelik muameleleri, ekosisteme verdiğimiz zararlardan hayvanlara yönelik şiddet ve yok etme dürtüsü… Saymakla bitmez. ÖNEMSİZLİĞİN ÖNEMİ sisli ve rüzgârlı ikliminde, insana içkin problemler böyle böyle fasit bir daireye hapsolarak çözümsüzlüğe gark olmakta.